Fotoğrafın Arkasındaki Hikaye: Sokrates’in Ölümü

Jacques Louis David’in Sokrates’in Ölümü tablosu, sadece Yunan filozoflarını değil, aynı zamanda onların felsefesine dair bir şeyleri de yansıtmaya çalışan tabloların bir örneğidir. Bu akıma başka bir örnek olarak 17. Yüzyılda yaşamış Hollandalı ressam Hendrick ter Brugghen’in, Abderalı Demokritos’u gülerek tasvir ettiği bir tablo verilebilir. Ressam, bununla Demokritos’un etik fragmanlarında hayata karşı iyimser bir bakış açısı sunduğunu (o kadar ki Antik Çağ’da bile Demokritos’a “gülen filozof” deniyordu) yansıtmaya çalışmıştır.

Ancak David’in ve ter Brugghen’in tabloları arasında önemli bir fark var. Demokritos gerçekten neşeli bir mizaca sahip olmuş olabilir (bilmiyoruz), ancak öyle bile olsa onu önemli bir filozof yapan bu değildir (kime sorsanız, Demokritos’un en önemli fikrinin doğa teorisi olduğunu, bu teorinin de modern atom teorisini 2000 yıl önceden tahmin ettiğini söyler – bunu bir tabloya yansıtmak da kolay değildir!). Aksine David’in tablosu, bir filozof olarak Sokrates’in felsefesinde büyük önem taşıyan bir şeyi yansıtmaktadır. Bu tablo, Sokrates’in hayatının son anlarını betimler: Sokrates, idam cezasına mahkum edildikten sonra kendisine sunulan baldıran otu (zehirli bir bitki) kadehini sakin bir şekilde kabul eder. Bu sahne, Platon tarafından Phaidon diyaloğunun son sayfalarında da anlatılmaktadır.

Sokrates’in bu şekilde ölmüş olması kendi hayat hikayesinde ufak bir detay değil, tam tersine Sokrates’in kim olduğunu ve neden önemli bir filozof olduğunu anlamak için elzem bir bilgidir. Neredeyse bütün Antik Yunan filozofları, felsefeyi entelektüel bir hobi veya tamamen teorik bir teşebbüs yerine, hayatımızın tamamına temel oluşturması gereken bir şey olarak görüyorlardı. Bu açıdan Sokrates bir tür rol model olarak görülüyordu: Daha Antik Çağ’da bile Sokrates kendi felsefi görüşleri veya argümanlarıyla değil, felsefesine uygun yaşamıyla hatırlanırdı.. Buna, felsefi görüşlerinin onun ölümle nasıl yüzleştiğini belirlemesi de dahildi.

Sokrates, ahlaki, dinî ve siyasi meseleler hakkında felsefi tartışmalara girmesi nedeniyle idama mahkum edilmişti. Sokrates asla araştırdığı soruların cevaplarına sahip olduğunu iddia etmese de, muhataplarının da (aksini iddia etseler bile) bu sorulara cevapları olmadığını gösterirdi. Bu şekilde güçlü bir çok kişinin otoritesini sarsınca, Sokrates Atina’da birçok düşman edindi. Bu da kendisinin “şehrin tanrılarına inanmamak ve gençliği yoldan çıkarmak” gibi uydurma bir ithamla yargılanmasına neden oldu. Platon’un anlattığına göre, bu noktadan sonra olanlar oldukça sıradışıydı: Böyle bir suçlamaya maruz kalan çoğu kişinin yapacağı gibi yaptıkları için özür dileyip davranışını değiştireceğine söz vermek yerine, Sokrates savunmasında ne olursa olsun felsefi araştırmaları sürdürmeyi bırakmayacağını söyler. Bu sadece inatçılık değildir: Sokrates, felsefi araştırmanın iyi yaşanmış bir hayat için neden gerekli olduğuna dair felsefi gerekçeler sunar. Felsefesine o kadar bağlıdır ki, başka türlü yaşamaktansa ölmeyi tercih eder.

Mahkeme kendisini suçlu bulur ve sonrasında Sokrates’e kendisine verilebilecek bir ceza önerme fırsatı verilir. Normalde nu durumda bir kişinin idam cezası almamak için para cezası ya da sürgün gibi bir ceza önermesi beklenir, ancak Sokrates yine herkesi şaşırtır. Felsefi bir argüman sunar: Yanlış bir şey yapmadığına göre, eğer adil olmayan bir ceza önerirse adaletsizliğin bir parçası olur (ki bu sebeple Sokrates’in hakkettiğini öne sürdüğü “ceza” Olimpiyatlar’ı kazananlara ödül olarak verilen ömür boyu ücretsiz yiyecek ve yataktır). Bunun üstüne idam cezası kararı verilince, Sokrates’in arkadaşları hapishane muhafızlarına rüşvet vererek Sokrates’i şehirden kaçırmayı teklif ettiler. Ama Sokrates felsefi açıdan bunun da adil olmayacağını söyleyerek tekliflerini reddeder. Nihayet Sokrates’in zehri içme vakti geldiğinde, bütün dostları perişan haldedir. Ancak Sokrates, ölümden neden korkulmaması gerektiğine dair felsefi bir argüman sunar, ve Platon’un anlatımına göre son anlarına kadar neşeli ve keyifli kalmıştır.

David’in ustaca betimlediği Sokrates tasviri tam olarak budur: Arkadaşları kederli bir şekilde ağlarken, Sokrates baldıran otu kadehini en ufak bir tereddüt göstermeden kabul ederken dimdik oturur (en fazla çevresindekilerin tepkisinden rahatsız olmuş denilebilir!). Bu sahne oldukça çarpıcıdır, çünkü Sokrates’in gösterdiği metanet hem ender, hem de çoğumuz için arzu edilen bir şeydir. Cesareti ve dürüstlüğü kendi felsefi pratiği ve fikirleriyle ilişkili olduğundan, Sokrates Antik Çağ filozofları arasında neredeyse efsanevi bir üne kavuşmuştur. Birçok felsefi okul, Sokrates’in felsefi mirasçıları olduklarını iddia etmiştir. Bunların arasında Sokrates’in belki de gelmiş geçmiş tek bilge kişi olduğunu iddia eden Stoacılar da vardır. Geç Antik Çağ’da, Sokrates’in ölümle nasıl yüzleştiğinin hikayesi başka filozofların nasıl öldüğüne dair (çoğu sonradan uydurulmuş) farklı hikayelerin yayılmasına neden olmuştur. Bu hikayelerin anafikri, bir felsefenin ne kadar iyi olduğunun, takipçilerini ölüme nasıl hazırladığından anlaşılabileceğidir. Bugün akademideki felsefecilerin pek azı böyle düşünse de, Sokrates’in temsil ettiği ideale ve David’in bu ideali yansıttığı tabloya hayran olmamak zor.

 
© Daniel Wolt